SİNEKLİ KAHVE

Yaşadığım şehirden uzakta, başka bir şehirde oturan akrabamın evinde misafirdim. Akrabam;

-Misafiri misafirliÄŸe götürmek doÄŸru olmaz amma, dedi. Biz el deÄŸiliz. Haydi dünürlere gidelim. Tanışırsınız.

-Gidelim, dedim. “Misafir, ev sahibinin danasıdır; nereye baÄŸlanırsa orada durur.”

Akrabamın kızı niÅŸanlıydı, yakında evlenecekti. İki taksiye doluÅŸtuk, gittik. Güler yüzle, tatlı dille karşılandık. Dünürler de hoÅŸsohbet insanlardı. Benim üzerimdeki ilk intibaları iyi oldu, tam not verdim.

Sohbet sürerken ikram da baÅŸladı. Evin kızı, - o da yetiÅŸkindi, niÅŸanlıydı, yakında evlenecekti- kahveleri nasıl içeceÄŸimizi sordu. Kimimiz orta istedi, kimimiz sade. Az sonra da kahveler geldi. Sohbet gırla gidiyordu. Akrabam ve dünürleri birbirlerini önceden de tanıdıkları için konu bulmada sıkıntı çekmiyorlardı. Ben, üzerime lâf düÅŸünce konuÅŸuyordum.

Kahveyi biraz soÄŸutarak içmek âdetim olduÄŸu içim birkaç dakika bekledim. Sonra fincanı aÄŸzıma götürdüm. Küçük höpürdetmeyle bir yudum aldım. Acı kahve, ne de tatlı gelmiÅŸti mübarek. Tiryakisi deÄŸildim amma nefsim o anda kahve içmeyi iyice istemiÅŸti demek ki... Âdetimdir, kahve yudumunu aÄŸzıma aldığımda onu hemen gırtlağımdan aÅŸağıya indirmem, aÄŸzımda bir müddet tutar, lezzetini tam olarak alırım. Yine öyle yaptım. Bir müddet aÄŸzımda tuttum. O da ne? Dilimin üstünde, olmaması gereken bir küçük cisim vardı. O cismin varlığı beni rahatsız etti. Önce kahvenin öÄŸütülememiÅŸ parçası sandım. Sonra kimseye göstermemeye çalışarak, onu bulunduÄŸu yerden aldım. Aman Allah’ım! Parmaklarımın arasında bir sinek ölüsü duruyordu. Tiksindim, ne yapacağımı ÅŸaşırdım. İyi ki kahve yudumunu hemen yutmamış, aÄŸzımda tutmuÅŸtum. Yoksa çoktan mideme inmiÅŸ olacaktı. O tutmayla, sinek ölüsü dilimin üzerinde kalmıştı.

Kuru ve katı bir bedeni vardı sineÄŸin. KuruluÄŸuna ve katılığına bakılırsa kahve kutusunun içine düÅŸerek orada ölüp kalmış olmalıydı. Åžöyle bir sağıma soluma bakındım; benimle ilgilenen ve sinek ölüsünü gören yoktu. Onu, dikkat çekmeyecek bir yavaÅŸlıkla, odada bulunanları da gözleyerek fincanın kenarına bıraktım. Oh, kimse fark etmemiÅŸti. Ev sahibini mahcup duruma düÅŸürmek istemiyordum.

Sinek ölüsünü çıkarıp koymuÅŸtum amma dilimin üzerinde hâlâ bazı yabancı maddelerin olduÄŸunu hissediyordum. Parmağımı tekrar o bölgeye götürdüm. SineÄŸin ayakları, elime geldi. Onları da tabağın kenarına bıraktım. Ancak temizlik yine tam olmamıştı. Dilimin üzerinde yine bir ÅŸeyler, “Ben buradayım!” diyordu. Parmaklarım onları da aldı. Bu sefer gelenler sineÄŸin kanatlarıydı. Onları da tabağın kenarına iliÅŸtirdim. Bu arada benim dil temizliÄŸinden ve çıkardığım fazlalıkları tabağın kenarına koymamdan kimse haberdar olmamıştı. Ben böyle uÄŸraşırken kahvemin dörtte üçü, içilmedik bir hâlde öylece duruyordu.

Az sonra evin kızı fincanları toplamaya geldi. DiÄŸerlerini aldı, elindeki tepsiye koydu. Sıra benimkine gelmiÅŸti. Ben sessizce alıp gitmesini bekliyordum. Bir ÅŸey demeden götürmeliydi ve mutfaÄŸa gidince anlamalıydı durumu. Kız, fincana uzandı. Kahvenin henüz içilmemiÅŸ olduÄŸunu görünce yavaÅŸça,

-İçmemiÅŸsiniz, dedi.

Bir ÅŸey demedim. Parmağımı fincan tabağının kenarına doÄŸru uzatarak sinek ölüsünü gösterdim. Kızcağız, kıpkırmızı kesildi ve yalnız benim duyabildiÄŸim yükseklikte bir “Ay!” dedi. Fincanı ve tabağı kaptığı gibi tepsiye koydu. Odadan hızla çıktı. Amacıma ulaÅŸmıştım, orada bulunanlardan kimseye sinekli kahveyi fark ettirmemiÅŸtim. Fincan, yine kimse görmeden geriye gitmiÅŸti.

Sohbet, bütün hararetiyle devam ediyordu. Çok geçmedi, bana bir fincan kahve daha getirildi. Bu özel servis hemen göze çarptı. Akrabam çıkıştı.

-Hop, ne oluyor? Herkes bir fincan içerken sana niçin iki fincan kahve veriliyor?

-Sizler birbirinize yakınsınız ve her zaman birbirinizi görüyorsunuz, dedim. Uzaklardan geldiÄŸim için bana torpil yapıldı.

İkinci defa gelen kahveyi içip içmemekte tereddüt ettim. Åžöyle bir kendimi dinledim. Sinek ölüsü görüldükten sonra, benim kahve titizlikle piÅŸirilmiÅŸ olmalıydı. İçim götürecekti. Höpürdete höpürdete, her yudumun lezzetini tam olarak almaya çalışarak içtim. Her yudumu aÄŸzımda tuttuÄŸumda, kontrolü de ihmal etmedim. Pekâlâ, yine dilimin üzerine bir ÅŸeyler gelebilirdi.

İki saat kadar kaldıktan sonra dünürlerden ayrıldık. Sinekli kahveyi, evin kızı ile benden baÅŸka kimsenin bilmeyeceÄŸi inancındaydım. DönüÅŸte akrabam, kahve konusunda bana yine takıldı.

-Tiryaki, dedi. İlk defa misafir olduğun evde, ne yaptın da ikinci fincanı getirttin?

Güldüm. Bu kadar ısrara dayanamazdım. Sinekli kahveyi akrabama teferruatı ile anlattım. O, benim sineÄŸin parçalarını dilimin üzerinden toplayışımı dinlerken hem gülüyor hem de tiksintiyle yüzünü buruÅŸturuyordu.

Sinekli kahve olayını kız da kendi ailesine anlatmış. Onlar da bir taraftan üzülmüÅŸler bir taraftan da gülmüÅŸler. Sözün kısası, sinekli kahveyi bilmeyen kalmadı. Ayda yılda bir, bir araya geldiÄŸimizde, sinekli kahve, sohbetin bir yerinde yerini mutlaka alıyor. Dilimin üzerinden sinek ölüsünü ve uzuvlarını toplayışım bir daha anlattırılıyor; gülüÅŸüyoruz.

PAYLAŞMAK İÇİN:

PaylaÅŸ - Facebook PaylaÅŸ - Twitter

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile